Osmanlı ve Cumhuriyet
Oğuzların batıya yaptıkları büyük göçleri iki aşamada mütaala edebiliriz. Bunlardan birincisi; 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Selçuklu otoritesi altındaki Türk Boyları Anadolu’nun en ücra köşelerine adeta sel gibi dağılmaları, ikincisi ise; 1220 yılından sonra Moğol istilasından kaçan Türkmenlerin Anadolu’ya yaptıkları göçlerdir.
13. yüzyıl ortalarında 24 Oğuz Boyu içersinde yer alan Kayılar’ın bir kısmı Söğüt ve Domaniç havalisine yerleşmiştir. Gerek Osman Gazi gerekse Orhan Gazi dönemlerinde gerçekleştirilen fetihlerle birlikte Orta Asya Türk yurtlarından kopup gelen göçebe Yörük ve Türkmen taifeleri yoğun olarak Eskişehir, Bilecik, Bursa ve Balıkesir çevrelerine yerleşmişlerdir.
Özellikle 1325 yılında Adranos’un (Orhaneli) Orhan Gazi tarafından fethedilmesinden sonra Domaniç - Harmancık - Orhaneli ve Keles’i içine alan coğrafi saha Osmanlı hakimiyetine girmiş ve bu yöreye yoğun olarak Yörük ve Türkmen taifeleri yerleşmiştir. Yöreye ulaşan göçer yörük oymak aşiret ve cemaatler, dağ yamaçlarında birçok köy kurmuşlardır.
Tunçbilek ve çevresinde de ”Yörük suya konmaz” sözünün bir gereği olsa gerek, kurulan köyler genelde su kaynakları üzerinde veya çok yakınında değildir.Köyler genelde dağ yamaçlarında kurulmuştur.
Yörük deyimi; iyi ve çabuk yürüyen, göçebe, Anadolu’nun çadırda oturan Türkmenlerine ve bir yere yerleşmeyen göçebe halk için kullanılır. Başkanlarına da “Mir-i Yörükan” veya “Yörük Beyi” denmiştir. Yörük Beyi, Osmanlı Devleti’nde zeamet adı verilen toprak dirliğine sahipti.Vaktiyle bir yere yerleşmiş yörüklere de”Manav” denir. Bu ad, yerleşik düzene geçen eski yörükler için kullanılır. Yöre köylerini incelediğimizde halkın çoğunluğunun manav olduğu görülmüştür. Bir kısım köylüler de “Bizim atalarımız yörükmüş” demektedirler.
Yörede yerleşik düzene geçmeye çalışan konar göçer yörük taifelerinin bir kısmı yerli Rumların deprem veya salgın hastalıklar nedeniyle terkettikleri yerlerin yakınlarında yerleşik düzene geçmişlerdir. Roma ve Bizans döneminden kalan içilebilir su kaynaklarının ve pınarların varlığı yörükler için kolaylık olmuş ve yerleşmeler bu gibi pınar çevrelerinde olmuştur. Örneğin Büyük İlet (Demirbilek) Köyü, Roma - Bizans yerleşim yeri olan “İlkilik”mevkii yakınlarında kurulmuştur. Aynı şekilde Derbent ile Büyük İlet arasında yer alan “Ören Yeri” mevkii, Roma - Bizans yerleşim alanıdır. Ören, viran-harap demektir. Deprem, salgın veya istilalar neticesinde bu yerleşim birimleri tahrip olmuştur.
Yöredeki konarların yaylağı ise Tunçbilek’in doğusunda yer alan Yaylacık Dağı olmuştur. Burası Domaniç yaylalarına göre küçük olduğundan “Küçük yayla” diye nitelendirilmiştir. Yaylacık Dağında bulunan başlıca yaylalar şunlardır; Gümerik , Boyalık, Karadere, Ayvacık, Altıkardeş, Demiroluk ve Karakova’dır.
Konar göçer yörük taifelerinin manevi dinamikleri ve yol göstericileri ise halkın “Dede” diye bildiği ve “Horasan Erenleri” olarak tanımladığı dervişler olmuştur. Kolonizatör Türk Dervişleri olarak nitelendirilen bu şahıslar; barış zamanlarında , şehir kültüründen yoksun, dini bilgiden uzak konar göçer Yörüklere basit tasavvufi fikirleri ve İslam Dininin temel vecibelerini öğretmişler, savaş zamanlarında da savaşlara katılmışlardır. Bu açıdan bakıldığında ise bu şahısları; “Alp” yani savaşçı, “Eren” yani Derviş olarak değerlendirmek mümkündür.
Vaktiyle yerleşik düzene geçmiş ve yörükler tarafından kurulan hemen hemen her köyde bu “Dede” yatırlarına rastlamak mümkündür. İnceleme ve araştırma yaptığımız köyler arasında sadece, eski adı Tatarlar olan Hamitabat köyü’nde (şimdi Tunçbilek’in bir mahallesidir) “Dede” yatırı bulunmamaktadır. Bu durum bize, köye yerleşen Kızılkeçili yörüklerinin sonraki dönemlerde, muhtemelen 19.yüzyılda iskan olunduğunu göstermektedir. Diğer köylerin tamamında bir veya daha fazla “Dede” yatırı bulunmaktadır.
Bazı köylerde, altında mezar yeri olup olmadığı belli olmayan tarihi meşe ve ardıç ağaçlarına “Dede” denmektedir. İnsanlar, Dede olarak bilinen bu gibi yerlerden kesinlikle dal kesmezler, kozalak toplamazlar. Zira muhakkak bir zarar geleceğine inanılır.
Yöre köylerinde bu yatırların bir kısmına eski bir Türk inancı olan çaput bağlama ve dilekte bulunma uygulaması yapılmışsa da günümüzde bu gibi adetler tamamen kalkmıştır. Örneğin; Küçükilet köyü’nün hemen üst kısmında yer alan “Gaib Dede” yatırına vaktiyle halk çaput bağlayıp dilekte bulunurdu. Günümüzde ise böyle bir uygulama yapılmamaktadır. Yine Kızılçukur Köyü sınırlarında yer alan Kurudere Dedesi’nin halk arasındaki ismi “Çaput Dede”dir. Burada yatan Dervişin ismi zamanla unutulmuş, mezarı başına çaputlar bağlandığından Çaput Dede veya Kurudere Dedesi olarak anıla gelmiştir.
Bu Dervişler, Anadolu’nun dört bir tarafına, hatta tüm köylerine nasıl dağılmışlardır? Bu sorunun cevabını şu şekilde açıklayabiliriz; Anadolu’da meydana gelen Babai isyanı sonrasında başlarında çeşitli tasavvufi akımlara bağlı şeyh ve dervişleri olduğu halde Türkmenler, Anadolu’nun dört bir tarafına dağılmışlardır.
Anadolu’ya yeni gelen göçebe Yörük ve Türkmenler,müslüman olmalarına rağmen üst düzey bir eğitimden ve dini bilgilerden yoksundular. Büyük kısmı okuma ve yazma bilmeyen bu konar göçerle, sürekli göç halinde olmaları nedeniyle İslamiyetin kendilerine zor gelen kurallarını uygulamak yerine sunni Derviş Türkmen Dedelerinin hurafelerini de içeren basit tasavvufi fikirlerle şekillenmiş müslümanlığını benimsemişlerdir. Bu nedenle çok eskiden kurulmuş yörük (manav) köylerinde bazı batıl inanışların yakın zamana dek gelmesi bu uygulamanın bir sonucudur.
Bu Türkmen Dervişler, en uçlara, ıssız dağ başlarına veya boş yerleşim birimlerine yerleşmişler, misafirhaneler ve zaviyeler kurmuşlar, çevredeki konar-göçerleri irşad etmişlerdir.Örneğin Dağ Yöresinde kurulan en eski köyler arasında yer alan Kızılçukur köyü’ndeki zaviye bu amaçla kurulmuştur. Bir başka örnek vermek gerekirse Osmanlı Devleti’nde 19.yüzyılda hazırlanan Osmanlıca bir haritada Derbent ve Yeniköy yakınlarında Köse Halife Tekkesi’nin varlığı gözükmektedir.Burası günümüzde halkın “Köse Kalfa” diye bildiği yerdir.”Halife” ismi zamanla halk ağzında “Kalfa”ya dönmüş ve buraya Köse Kalfa adı verilmiştir.
Köse Halifenin (Köse Hasan Dede) Yeniköy - Harmancık yolu üzerinde yolun sağ tarafında türbesi bulunmaktadır. Bu şahsın, Osmanlı kroniklerinde ismi geçen ve sonra müslüman olup Osman Gazi’nin yakın arkadaşlarından biri olan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal ile hiçbir ilgisi yoktur. Köse Mihal’in türbesi Bilecik’in İnhisar nahiyesi’nde Harmanköy’dedir.
Halk arasında “Köse Halife-Kalfa türbesi kapı durdurmamaktadır” diye bilinmemektedir. Bu bilgi, bu olaya bizzat şahitlik eden insanlar tarafından bize aktarılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde ilk yıllardan itibaren Tunçbilek ve çevresi Osmanlı sınırlarında kalmıştır. Bir başka ifadeyle bu saha, Germiyan Beyliği toprakları içersinde yer almamıştır. Osmanlı Döneminde genel olarak Tavşanlı’nın sınırlarının Kayaarası köyü’ne kadar dayandığı görülür. Buradan ilerisi ise Adranos ve Domaniç kazaları sınırları içersine girer.
1325 yılında Adranos’un fethinden sonra Osmanlı hakimiyetine geçen yörede ilk kurulan köyler; Kızılçukur ve Köseler olmuştur. 15. ve 16. yüzyıla kadar ise yörede hiçbir Hristiyan unsuru kalmamıştır. Bu dönemi kapsayan kayıtlarda; Eşen, Bozbelen, Beye, Böçen, Ömerler, İlet (Demirbilek) gibi diğer köylerin de kurulduğu görülmektedir. Güraağaç ve Elmaağacı ise bu tarihlerde birer mezraa olarak gözükmektedir.
İsmi zikredilen bu köyler Piyadegan-ı Hassa-i Mir-i Livaya bağlıdır.Mirliva günümüzde Tuğgeneralin karşılığıdır.Bir başka ifadeyle bu köyler ve mezraalar Serpiyadelere tımar olarak, sipahilere de kılıç hakkı olarak verilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin gelişip yücelmesinde birinci derecede “Tımar sistemi” etkili olmuştur. Köylerin bir kısmı tımara ayrılmış ve bu tımarlar hak sahibi muhariplere dağıtılmıştır. Yıllık geliri 20 bin akçe olana “Tımar”, geliri fazla olanlara da “Zeamet” veya “Has” adı verilmiştir. Bu sistem ilk olarak Osman Gazi zamanında başlatılmıştır.
Sipahi, Osmanlı askerlik teşkilatında “Tımar” adıyla öşür ve vergilerini aldıkları araziye karşılık harp zamanlarında kendi hayvanları ve götürmeye mecbur oldukları “Cebelü” denilen silahlı askerleri ile birlikte sefere katılırdı. Yörede bazı köyler bu sipahilere verilen araziler etrafında genişlemiştir.
1487 yılı tahrir defterlerine göre; yöreye Aydın müsellemleri iskan ettirilmiştir. 1530 yılında Kızılçukur, Köseler, Eşen, Bozbelen, Beye, Ömerler köyleri ile Elma ve Güraağaç mezralarının varlığı kayıtlara geçmiştir.
Müsellemlerin (veya yayaların), kırsal kesimlerdeki görevleri nedeniyle ayrıcalıkları vardı.Bunlar,bazı vergilerden muaf tutulmaları karşılığında savaşlara yaya olarak katılırlardı. Savaş olmadığı zamanlarda da yol yapımı gibi görevleri vardı.
Osmanlı Devleti’nde merkezin dışındaki taşrada padişahın otoritesini temsil eden yönetici, asker ve ilmiye sınıflarına mensup kişiler “askeriler” olarak tanımlanmıştır. Askeriler denilince; doğancı, derbentçi, köprücü, ulakçı, çeltükci, otakçı, kadı, kadı naipleri, şehir kethüdaları vb. görevliler akla gelmektedir. Bunlar aynı zamanda tekalif-i örfiyyeden de muaftırlar.
Müsellem (yaya) çiftliklerinde Sultan II.Murad ve Fatih Sultan Mehmed zamanlarında düzenlemeler yapılmıştır. 16.yüzyılın sonlarında da yaya ve müsellem teşkilatları, tımarlı sipahilerin geri hizmetlere çekilmesiyle önemini yitirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde maaşlı hassa ordusu kurulduktan sonra müsellem ve yayalar geri hizmetlere alınmışlardır. Bir başka ifadeyle Yeniçeri Ordusu kurulduktan sonra savaşçı özelliğini yitirmiş olan müsellemler askeri sınıfa dahil ettirilip geri hizmete alınmışlardır. Arşiv belgelerinde Yöre köylerinin bazılarına (Örneğin Bozbelen ve Ömerler ) Aydın müsellemlerinin yerleştiği görülmektedir.
Tunçbilek ve çevre köylerinde bu müsellemler(yayalar) genelde tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. 1530 yılı kayıtlarında da; Köseler, Beke, Ömerler, Bozbelen, Böçen vb. köylerin hassa çiftliği olduğu görülmektedir.
Arşiv kayıtlarında Beke ile Ömerler köyü arasında bir hassa çiftliğinin varlığı söz konusudur. Burada yaptığımız incelemede bu çiftliğin çok geniş olduğunu, buraya halk arasında “Yılo’nun (Yılıoğlu) Çiftliği” adı verildiğini ve buranın hafriyat sahasında kaldığını öğrendik. ”Yılıo” adı, aynı zamanda Ömerler Köyü’ndeki köklü sülaleler arasında yer almaktadır.
Yaya ve müsellemlerin bir kısmı da derbentçilik görevinde bulunmuşlardır. Tenha ıssız,tehlikeli geçit yerleri ile boğazlara güvenliği sağlamak için derbentçiler yerleştirilmiştir. Örneğin Derbent Köyü’nün kuruluşu da muhtemelen bu şekilde olmuştur. Bu derbent, Keles yönünden gelen ve Tavşanlı’ya uzanan yolun güvenliğini sağlamakla görevliydi.
Derbent köyü yakınlarında “Eski köy” denilen bir yer bulunmaktadır. Muhtemelen derbent muhafızlarının ilk durdukları yer burasıydı. Bu derbentçilerin daha sonra şimdiki köyün üst tarafına yerleştikleri anlaşılmaktadır. Şimdiki Köyün içinde,köyün yukarı kısmına giden yolun solunda “Kule bunarı” denilen tarihi bir pınar bulunmaktadır.
Tanzimat döneminden itibaren de derbent teşkilatları eski önemlerini kaybetmişlerdir.
Yöredeki köyler genel olarak Karakeçili Yörükleri tarafından kurulmuştur. Örf, adet, gelenek ve görenek bakımından yöre köyleri büyük oranda benzerlik gösterir. Yöre halkı; eski giyimleri, yemekleri, inanışları, düğünleri, yerel ağız özellikleri kısacası her şeyiyle ortak bir kültüre sahiptir.
Karakeçililer, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin bağlı bulunduğu Yörük topluluğudur. Bu yörükler kendilerini Osmanlı Devleti’ni kuranlarla akraba olarak görürler. Yaklaşık 600 küsur yıldan beri Domaniç - Tavşanlı - Harmancık - Dursunbey - Keles ve Orhaneli ilçelerini kapsayan geniş bir coğrafi sahada, Domaniç yaylağı ile Dursunbey - Aydın - İzmir kışlaklarında göçküncü tabir edilen bu Karakeçili yörük oymakları varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Karakeçili Yörüklerinin Domaniç Dağındaki başlıca yaylakları şuralarıdır; Eğridere, Bileylik (Dalak kaydıran-Eğrek Gürgenliği), Kazmurt, Kıransorkun, Sarıçayır, Karagöl vb...Yaylada duran Karakeçili yörükleri, Ramazan ayı geldiğinde kendilerine teravih ve diğer vakit namazlarını kıldırması için hoca tutarlardı. Örneğin Keles’in Davutlar Köyü’nden Süleyman (Ülker), Ulu Dümrekli Balı (Sarı Ahmet’in oğlu), Çamlıcalı Ahmet, Çarşambalı Ramazan, Sarıotlu Musa hocalar Domaniç yaylalarında duran ve Karakaya köyü’nü kuran Karakeçili yörüklerine hocalık yapmışlardır. Yaylada duran yörükler, Cuma namazlarını kılmak için genelde en yakın köylere inerler.
Bu Yörük oymakları Domaniç yaylalarından batıdaki kışlaklarına giderken iki farklı güzergahı kullanmışlardır. Birinci güzergahı kullananlar; Domaniç - Artıranlar - Balatdanişmend - Kozluca - Sineçler (Kocapınar) – Aliova üzerinden, ikinci güzergahı kulllananlar ise; Domaniç - Sarıot - Karamanlar - Eşen - Kürt (Gülözü) - Meyran Dağı - Dutluca- Alutça - Gökçedağ üzerinden batıdaki kışlak yerlerine gitmişlerdir. Buna göre kasım ayı ile birlikte yaylalardan kışlaklara göç edilir, Hıdrellez yani mayıs ayı ile birlikte tekrar yaylaklara geri dönülürdü.
Yakın zamana kadar özellikle Karakaya Köyü yakınlarında göçküncü tabir edilen bu Karakeçili Yörüklerine rastlanmaktaydı. Bunlar da zamanla tamamen yerleşik düzene geçmişlerdir.
Eski adı Tatarlar olan Hamitabat köyü ilk olarak Kazan Bölgesinden gelen müslüman Tatar muhacirler tarafından kurulmuştur. 1860 yılında Kütahya’ya Kırım ve Dağıstan muhacirlerinin iskan edildiği arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır.
Zira arşiv belgelerinde; “Tavşanlı nahiyesine tabi Hamitabat karyesinde Kazğan muhacirlerinden Hacı Abdullah Ağa’nın müceddeden inşa etmiş olduğu cami-i şerif” şeklinde bir bilgi yer almaktadır.
Zamanla bu Tatarların bir kısmı Eskişehir’e bir kısmı da Gediz İlçesi Efendi Köprüsüne göç etmişlerdir. Köyde çok az Tatar aile kalmıştır. Zamanla burada iskan olunan ve Yaylacık Dağında bulunan Kızılkeçili (Develi) Yörükleriyle birlikte köy, büyüyüp gelişmiştir.
Cumhuriyet döneminde 1940 yılında Garp Linyitleri İşletmesi’nin açılmasıyla Tunçbilek büyük bir gelişme göstermiştir.1964 yılında da Tunçbilek Belediyesi’nin kurulmasıyla beldenin çehresi değişmiştir.
1960’lı yıllara kadar Tunçbilek merkezinden geçen Kocasu nehri üzerinde bir ahşap köprü vardı.Bu ahşap köprü 1960’lı yıllarda yıkılarak günümüzdeki beton köprü inşa edildi. Bu köprü,Tavşanlı istikametinden Tunçbilek’e girerken yolun solunda hastane sırasında, şimdiki köprünün sol tarafındaydı. Yine aynı yıllarda Tunçbilek’in tek oteli Otel Kentti. Bu otel günümüzde ev olarak kullanılmaktadır. Burası, Gedizli’nin oteli olarak bilinmekteydi.
Kurulan mahalleler ile birlikte beldenin nüfusu artmış, böylece yeni camilere, okullara, parklara, bahçelere, mesire yerlerine, spor sahalarına diğer altyapı yatırımlarına ihtiyaç duyulmuştur. Tüm bu ihtiyaçlara binâen Tunçbilek Belediyesi’nin yaptığı altyapı hizmetleri ve G.L.İ’nin de yeni iş imkanları sağlamasıyla Tunçbilek, adeta bir cazibe merkezi haline gelmiştir.